İşitme Duyusu

Kulaklarınız kendi sesinizi ve başkaları tarafından çıkarılan sesleri duyar. Kulaklarınız bütün çevrenizden gelen seslere açıktır. Kulaklarınızı bir sesin önüne doğrudan tutmanıza gerek yoktur. Kulaklarınızı kapatamazsınız, bu yüzden uyanık kaldığınız tüm zamanlarda seslerin dünyasına bağlısınızdır. Onları duymadan yapamazsınız.

Dinlemek – bilinçli işitmek – sessiz olmanızı gerektirir. Dinlemek başkalarına odaklanan bir sosyal faaliyettir. Öğretmeninizin size kaç kez ‘sessiz olup dinleyin’ dediğini hatırladınız mı?

Sesleri üç türe ayırabilirsiniz. İlki, yaprakların hışırdaması, rüzgarın uluması, kaynayan su gibi sıradan, günlük sesler ve arabalar, gıcırdayan kapılar gibi sayısız ve her tür mekanik seslerdir. İkinci ses türü, seslerden ve tonlardan oluşan müziktir. Sesin üçüncü türü ise insan konuşmasıdır.

Hangi türden olursa olsun, her sesin üç yönünü algılayabilirsiniz: Seviyesi, şiddeti ve ses rengi. Ayrıca ses kaynağına olan mesafeyi de algılayabilirsiniz, çünkü ses her iki kulağa da aynı anda ulaşmaz. İkinci kulak sesi 0.001 saniye sonra duyacaktır, böylece sesin nereden geldiğini tahmin edebilirsiniz. Sesin mesafesini ve yönünü doğru değerlendirmek deneyim işidir.

İşitme zamanla azalır, ama bunu telafi etmek için işitmenin çok geniş bir yelpazesiyle doğarız. Çocuklar 11 oktavı duyabilir ve ileri yaşta bile hala 10 oktavları duyabilirsiniz.

Bir objeye bakmak size dışıyla ilgili bir fikir verebilir. Bir objeyi dinlemek ise size içiyle ilgili bir fikir verir. Örneğin genellikle camdan bir levhayı plastik olandan ayırmak sadece görerek zordur. Eğer üzerine tıklarsanız, sesi size hangisi olduğunu hemen söyler. İnsanları dinlemek de onların iç dünyalarıyla ilgili bilgi verir. İnsanlar sevimli görünebilir, ama eğer içlerinde kendilerini kötü hissediyorlarsa bu hemen seslerinden anlaşılır. Birinin tonlaması üzgün, mutlu ya da heyecanlı olduğunu ortaya çıkarır.

Eğer müziğe ve sese karşı çok iyi bir algımız varsa, tonlarla ve melodilerle anında bağ kurarız. Yüksek tonlar genellikle açık, parlak, keskin ve belirgin olarak algılanırken, alçak tonlar karanlık, dolu, sıcak büyük ve daha az belirgin olarak algılanır.

Bir başka ilginç nokta da, görme ve işitme arasındaki ilişkidir. Bir şeye baktığınızda onu daha iyi duyarsınız. Bu sadece konuşma değil, müzik için de geçerlidir. Bir filarmoni konseri dinlemeye gittiğinizde eğer gözlerinizi obuaya dikerseniz, o enstrümanı diğerlerinden daha net duyarsınız. Eğer bakışlarınızı klarnete çevirirseniz, o zaman da onu daha net duymaya başlarsınız.

Konuşma Duyusu

Konuşma, düşünce ve ego duyuları ilk kez Rudolf Steiner tarafından tanımlanmıştır. Bu üç duyu manevi duyular olarak da anılır, çünkü insan özelliklerinin algılanmasında kullanılırlar: konuşulan kelimeler, düşünceler ve başkalarının bireyselliği. İlk dört duyu kişinin kendi bedenine, sonraki dört duyu ise dış dünyaya odaklanır ve her durumda kullanılabilirler. Buradan sonra bahsedeceğimiz üç duyu özellikle insanlar arası etkileşimde çok anlamlıdırlar.

Birinin konuşuğunu dinlerken algıladığınız ilk şey, söylenenler değil, ritim ve tonlamadır. Ritim ve tonlama kabulu ya da reddi, hor görmeyi ya da hayranlığı, iyi ya da kötü niyetleri ve benzerlerini ortaya çıkarır. Kelimelerin anlamından çok daha fazlasını duyarsınız. Kısa ve öz tepkiler, sadece ses tonunun nüanslarından bile oldukça net ve doğru bir şekilde yorumlanabilir. Konuşanın mesajı nasıl dile getirmeye niyetli olduğunu algılayabilirsiniz ve böylece konuşanın içsel varoluşuyla ilgili bir şeyler gözlemlemiş olursunuz.

Harfler, kelimeler ve hikayelerin farklı bir ton ve melodi niteliği vardır. Kelimeler, algılanabilen çağrışımları veya jestleri barındırır. ‘Acele’nin ‘hızlı’dan daha farklı bir jesti vardır, ‘miskin’ ‘yavaş’ ile aynı değildir. Temel anlam aynı olabilir ancak kelimeyi oluşturan harfler farklı bir jest yaratır.

Konuşulan dil, tıpkı diğer sesler gibi kulaklar tarafından duyulur. Ancak kulaklar sadece sesleri kaydeder. Dinlerken ya da konuşma sesleri çıkarırken bedeniniz sürekli çok küçük, neredeyse farkedilmeyecek hareketler yapar. Bu bilinçsiz mikro hareketler başınızdan ayak parmaklarınıza kadar bedeninizin farklı bölümleri tarafından yapılır. Ve her bir harf için spesifiktir. Bu hareketler, konuşan insanların yüksek hızda fotoğraf çekimleriyle kaydedilmiştir. 0.005 saniye içinde dinleyen kişi konulan kişiyle aynı mikro hareketleri yapmaya başlar. Konuşan kişi bu mikro hareketleri yapar, çünkü kendi kelimelerini dinliyordur. Örneğin V harfi seslendirildiğinde ya da işitildiğinde, yüzde (gözlerde, kaşlarda, ağızda), göğüste, omuzda, dirsekte, bilekte ve parmaklarda neredeyse fark edilemeyecek hızlı kas aktivitesi kaydedilebilir. Bir sonraki harfe farklı mikro hareketler eşlik edecektir. Aynı harf, farklı insanlarda kültürden bağımsız olarak aynı hareketlere neden olur. Bebekler bu mikro hareketleri, doğdukları günden itibaren konuşmaya tepki olarak yaparlar. Kısacası bu evrensel bir olaydır. Bunlara sesbirimsel jestler de diyebilirsiniz. Eğer bu mikro hareketler bu kadar kısa sürmeseydi, seslerle ilişkili hareketlerin içinde kaybolur ve dinlemeyi unuturduk.

Özet olarak sesler sadece kulaklarınızla işitilmez, bütün kas sisteminiz tarafından dinlenir. İkisi birlikte konuşma duyumuzu oluşturur. Konuşma duyumuz hem sesleri hem de jestleri ve mimikleri algılar.

Düşünce Duyusu

Düşünce duyunuz başkalarının düşüncelerini algılar. Özellikle başkalarının sahip olduğu görüşleri, değerlendirmeleri ve soruları algılar ve böylelikle ne düşündükleri hakkında bir fikir edinirsiniz.

Bir kelimenin sesi ile anlamını ayırt edebilmelisiniz. Kelimenin ses şekillerinin yanı sıra anlamları da vardır. Birinin ne söylediğini anlamak için kelimelerin anlamlarını bilmeli ve kelimeler dizisinden uygun anlamı çıkarabilmelisiniz.
Birinin konuşma şekline odaklanırsanız, söylediklerinin özünü kaçırırsınız. Ancak özüne odaklanırsanız, mesajın verilme şeklini duymazsınız. Buna en iyi örnek anlamadığınız bir dilde konuşulduğunu duymanızdır. Belli tonlamaları yakalarsınız ancak ne söylendiğine dair en ufak bir fikriniz olmaz. Konuşma duyunuz ve düşünce duyunuz, insan iletişiminin farklı tamamlayıcı özelliklerini algılar.

Bir ağaçkakanın bir meşe ağacını gagaladığını tarif ettiğinizde, bu, dinleyenlerin zihninde hemen meşe ağaçlarının ve ağaçkakanların görüntüsünü canlandırır. Zihinlerinde ağaçkakanın gagalama sesini bile duyabilirler. Siz anlattıkça, hayal güçleri hikayeyi renklendirir. Herkesin zihninde, kendi deneyimlerine ve geçmiş algılarına dayalı belli görüntüler vardır.

Ancak soyut şeylerden de bahsederiz. Mesela bir üçgenin iç açılarının toplamı neden 180 derece olmalı gibi. Soyut bir anlatımı dinlediğinizde başkasının düşünceler dizisine konsantre olmalısınız ki akıl yürütme biçimini kaçırmayasınız. Kendi düşüncelerinizi ve görüntülerinizi geri planda tutmalı ve kendinizi diğer insanın düşüncelerine vermelisiniz. Hikayeyi takip edemedeğinizde kendi düşüncelerinize geri dönersiniz.

Kısacası odaklanmış dikkat, başkasının düşüncelerini algılamak için gereklidir ve ancak duyduğunuz kelimeler ve kavramlar size tanıdık geliyorsa dikkatinizi odaklayabilirsiniz. Bu yüzden zaman içinde oluşturduğunuz kavram altyapısı başkasının düşüncelerini anlamada önemlidir.

Düşünce duyunuz, kendi düşüncelerinizle başkalarınınkini ayırt etmenizi sağlar. Düşünce duyusu insanların manevi gelişimlerinde önemlidir çünkü düşünce yeni kavramlar öğrenmeyi sağlar. Yeni kavramlar ise zihinsel ufkumuzu açar ve bunları kendimize entegre etmemiz konusunda bizi cesaretlendirir. Yeni kavramları anlamak, kendine katmak ve entegre etmek kolay değildir. Gerçeğe giden yol, acılarla dolu bir yoldur.

Ego Duyusu

Son duyu, başkalarının kişiliğini ya da bireyselliğini algıladığınız ego duyusudur. Bu duyunun aktif hale getirilmesi gerekir çünkü pratikte ego duyusu nadir kullanılır. Steiner bir kişinin kişiliğini algılamayı şöyle tarif eder: Birini gözlemlemek için zaman ayırırsınız ki onunla ilgili bir izleniminiz olsun. Bu izlenim iç dünyanızı etkiler, hatta “saldırıyı” andıran bir duygudur bu. Misilleme yapma tepkisi gösterirsiniz ve bu başkasını iç dünyanızdan atarsınız. Bu agresyonunuzun yok olmasını sağlar, böylece başkasına tekrar izin verirsiniz.  Çekicilik ve iticilik, sempati ve antipati birbirini izler.

Bu şu demektir: Eğer birinin kişiliğini tanımak istiyorsanız, onu iç dünyanıza almanız gerekir. Ancak bu “zorla girişe” sadece kısa bir süreliğine tahammül edebilirsiniz. Çok geçmeden içsel varlığınıza tekrar sahip olmalısınız ve bu yüzden başkasını dışarı atarsınız. Bu süreç tekrarlanabilir. Ego duyusu çeşitli şekillerde kullanılır:

Başkasının bireyselliğini en doğrudan gözlerinde algılarsınız. Gözler bir başkasının egosuna dair bir görüş edinmenizi sağlar. Eğer o insana aşık değilseniz, bunu, kendinizi rahatsız hissetmeden sadece kısa bir süreliğine yapabilirsiniz. Birinin gözlerinin içine baktığınızda sanki size bir şeyler geri döner. Bu, bir başkasının özel alanına girmenizin verdiği bir dirençtir. Çocukların gözlerinin içine uzun bir süre bakarsanız biraz zorlanabilirsiniz, çünkü onların size cevaben bakışları yumuşaktır. Aynı şey hayvanlar için de geçerlidir.

El sıkışması da bir insanın kişiliğine dair bir şeyler ifade eder ve insanların birbirinin egosunu karşılıklı gözlemlemeyi sağlar. Tıpkı göz kontağında olduğu gibi elini sıkarken de bir başkasını yoğun bir şekilde algılarsınız. Birinin duruşuna ve hareketlerine (mesela dengesi, yürüme şekli vs. ) dikkat ederek o kişinin egosunun bedeninde nasıl işlediğini algılarsınız.

Birini dinlediğiniz sırada da o bireyle ilgil bir şeyler algılarsınız. Bir kişinin içinden gelen bir şeyler mi anlattığını yoksa içselleştirilmemiş bir şeyleri mi anlattığını anlayabilirsiniz. Düşünme şekli de diğerinin kişiliğini ortaya çıkarır. Özellikle o düşünce dizisini mesafeli bir şekilde ve pozitif eleştirel bir tutumla dinlerseniz. Bu düşünceleri, kendi düşünce duyunuzla algılarsınız. Düşüncelerin bireysel yönü ego duyunuzla algılanır. Çünkü iki insan aynı kelimeleri söyleyip farklı şeyleri kastedebilir. Ego duyunuz sayesinde bu farkı anlayabilirsiniz.

Başkasının kişiliğini sesinden de algılayabilirsiniz. Ego duyusu dokunma duyusuna benzer şekilde işler: Başkasına dokunursunuz ve size dokunmasına izin verirsiniz, böylece başkasını özümsersiniz. Bu yüzden göz kontağı ya da el sıkışması çok uzun sürdüğünde ya da başkasının düşüncelerini fazla özümsediğinizde kendinizi tedirgin hissedersiniz. Ego duyusu bütün bedeni kullanır. Eğer başkasının içsel varoluşunuza girmesine izin vermezseniz, onun bireyselliğini algılayamazsınız. Başkasının egosunu algılamayı mümkün kılmak için bir süreliğine “arka koltuğa” geçmeniz şarttır.

Yetişkinler duyularını bilinçli bir şekilde geliştirebilirler ama çocuklar bunu yapamaz. Çünkü çocuklar duyularını kendilerine en doğal gelecek şekilde geliştirirler; yani yaparak. Bir çocuk denge duyusunu ağaca tırmanarak, işitme duyusunu müzik dinleyerek, konuşma duyusunu kendilerine sesli okunan hikayeleri dinleyerek ve düşünce ve ego duyusunu gerçek, sağlam ilişkiler kurarak geliştirir.

 

Kaynak: http://tomvangelder.antrovista.com/the-twelve-senses-123m50.html

 

– DİĞER YAZILARIMIZ –