Oğlum Sam, anasınıfına başladığı senenin Ekim ayında 6 yaşına bastı. Sınıftaki en büyük çocuktu ve okumayı bilmiyordu. Birinci sınıfa başladığında neredeyse 7 yaşındaydı ve hala okumayı bilmiyordu. Çok şükür ki öğretmenleri, bir çocuk anasınıfında okumayı öğrenmedi diye paniklemedi. Hatta çocukların çoğunun, birinci sınıfta okumayı öğrenmesini bekliyorlardı. (Aynı zamanda Sam’in kardeşi Ben gibi anasınıfında okumayı kolaylıkla öğrenebilen çocukları da destekliyor ve teşvik ediyorlardı.)

Eğer oğlum bir yıl sonra birinci sınıfa başlamış olsaydı, muhtemelen “yavaş” ya da “geri” olarak etiketlenecekti. Çünkü bir yıl sonra anasınıfında okumayı öğrenmek Amerika’da zorunlu bir hale getirildi. Üstelik eğitimcilerin çoğu, pek çok çocuğun birinci sınıfa kadar okumaya hazır olmadıklarını gayet iyi bilmelerine rağmen. Ve Finlandiya gibi ülkeler, anaokulu çocuklarına akademik beceriler öğretmek yerine sadece oyun oynamalarına izin vermelerine rağmen. Ve bu yeni eğitim standardı, öğretmenlerin, ebeveynlerin ve hatta çocukların bile, birinci sınıfa başlamadan önce okumayan çocuklarda bir “sorun” olduğu konusunda endişe etmelerine sebep olmasına rağmen.

Ama bilin bakalım ne oldu? Ne Sam ne de anasınıfında okumayan çocukların hiçbiri “yavaş” ya da “geri” değildiler. Sam birinci sınıfın sonunda iyi bir okuryazar oldu. Liseye geldiğinde üstün başarılı bir öğrenci oldu. Ve geçtiğimiz hafta çok yüksek bir puanla liseden mezun oldu.
Peki eğitim standartları, Sam gibi çocukların anasınıfındayken okumalarını ve Sam’in öğretmenleri gibi öğretmenlerin bunu mutlaka başarmalarını zorunlu tuttuğunda ne oluyor? Pek çok eğitimci bunun sonucunda ortaya etkisiz ve verimsiz sınıf uygulamaları çıktığını söylüyor. Yani çoğu çocuk, gelişimsel olarak uygun bir anaokulu sınıfında öğrendiklerinden ve kazandıklarından çok daha az şey öğreniyor ve kazanıyor.

Sam’in annesi olarak (evet ben bir eğitimci değilim) tavsiyem şu: Eğer oğlunuz ya da kızınız anasınıfında okumayı öğrenmezse, sakin olun. Çünkü anaokulunda okumayı öğrenmekten çok ama çok daha kötü şeyler var. İşte bunlardan bazıları:

Yaratıcı Oyun İçin Sınırlı Zaman

Küçük çocuklar oyun oynayarak öğreniyor. Bir yerleri kazarak ve dans ederek ve bir şeyler inşa ederek ve bir şeyleri devirerek öğreniyorlar, çalışma kağıdı yığınlarını doldurarak değil. Ve diğer çocuklarla etkileşime geçerek problem çözmeyi, paylaşmayı ve işbirliği yapmayı öğreniyorlar, harfleri ezberleyerek değil. Sam’in öğretmenleri, çocukların evlerden kamyonlara evcil hayvanlardan okyanuslara kadar her şeyi öğrenmelerini sağlayan harika ortamlar yarattılar. Ve araya çocukların farkına bile varmadıkları bazı okuma ve matematik becerilerini kattılar. Çünkü çocuklar o sırada oyun oynamakla ve bir şeyler yaratmakla meşguldüler! Oysa öğretmenler bugün bu tür ortamlar yaratmayı sınırlandırmak (ya da hatta tamamen ortadan kaldırmak) zorunda kalıyorlar. Çünkü yerine getirmek zorunda oldukları akademik zorunluluklar, yaratıcı öğrenmeye zaman bırakmıyor.

Sınırlı Fiziksel Aktivite

Çocuklar için teneffüsü ve diğer fiziksel oyun zamanını sınırlandırmak kadar zarar verici başka bir şey olamamaz. Çocuklar hareket ettiklerinde çok daha iyi öğrenirler. Ebeveynler ve öğretmenler bunu sezgisel olarak bilirler zaten. Bunu araştırmalar da doğruluyor. Etrafta koşturma ve oyun oynama fırsatı daha fazla olan çocukların daha iyi düşünme becerileri ve artan beyin aktiviteleri oluyor. Ve küçük çocukların zaten hep bir şekilde aktif olduklarını ve tüm hareket ihtiyaçlarını karşılayabildiklerini varsaymayın sakın! Çünkü bu hiç doğru değil. Araştırmalar, üç ve dört yaşındaki çocukların şaşırtıcı bir şekilde hareketsiz olduğunu ortaya koydu. Buna rağmen okullar teneffüsü hala sınırlandırıyor ya da hatta tamamen ortadan kaldırıyor. Hem de küçük çocuklar için bile!

Standartlara ve Sınavlara Odaklanan Öğretim

Öğretmenler, öğrencilerini sınavlarda ve testlerde başarılı olmaya hazırlama baskısını giderek daha fazla hissediyor. Bu, öğrencilerinin gelişimlerine ve öğrenme tarzlarına göre öğretmek yerine “testler için öğretmeye” odaklanmalarına sebep oluyor. Bir öğretmen şöyle diyor: “İşimin gerekliliklerinin çocuklara, onların bireysel öğrenme tarzlarına, duygusal ihtiyaçlarına ve bireysel ilgilerine ve güçlü yönlerine odaklanmaktan, testlere, değerlendirmelere ve küçücük çocukları yarıştırmaya odaklanmaya savrulduğunu görüyorum…” Öğretmenlerin odağındaki bu değişim, çocukların hayat boyu öğrenenler olarak yetişmelerine ve gelişmelerine çok daha az zaman ayırmaları anlamına geliyor. Çünkü bütün çabalarını, çocuklar için hiç de gerçekçi olmayan eğitim standartlarına harcamaları gerekiyor.

Hayal Kırıklığı ve Başarısızlık Hissi

Çocuklar öğretmenlerin ve diğer yetişkinlerin beklentilerini karşılayamadıklarını hemen fark ederler. Ancak farkına varmadıkları şey, bu beklentilerin genellikle çok mantıksız olduğudur. Ve bunun farkında olmadıkları için beklentileri karşılayamadıklarında hayal kırıklığı ve başarısızlık duygusu yaşarlar. Bu yüzden oyun dolu okul öncesi yıllarından sonra akademik eğitim odaklı anasınıfında bocalayan çocuk, okuldan nefret etme noktasına varan bir hayal kırıklığı yaşayabilir. Ve 30 dakika boyunca kıpırdamadan sessizce oturup çalışma kağıtlarını dolduramayan çocuk, öğretmenini hayal kırıklığına uğrattığını bilse de, kendisine verilen çalışmanın yaşına uygun olmadığını bilmez. Bu da, çok sayıda “normal” çocuğun, tamamen gerçek dışı bir eğitim sistemi yüzünden hüsrana uğradığı ve aynı zamanda etiketlendiği anlamına gelir. Bir çalışma aynen şöyle diyor: “Çocukların çoğu yüksek beklentileri karşılamaya oldukça heveslidir, ama onlardan talep edilenler yaşlarına uygun olmadığında, öğrenme becerileri ve aynı zamanda öğrenme heyecanları zarar görür.”

Eğer çocuğunuz anasınıfında ya da ilkokul birinci sınıftaysa ve hala okumayı öğrenmediyse panik yapmayın. Kafanızda herhangi bir endişe varsa bunu doktorunuzla konuşun, ancak çocuğunuzun muhtemelen normal bir gelişim gösterdiğini de aklınızdan çıkarmayın. Eğer çocuğunuzun okulu, oyun tabanlı öğrenme yerine akademik bilgi baskısı yapıyorsa, öğretmenle konuşun. Belki o da büyük bir baskı altında hissediyordur kendini. Eğer size çok anlamsız gelen ve çocuğunuza hiç uymayan bir anaokulu programına bağlı kalmak durumundaysanız (okul değiştirme seçeneğinizin olamadığını varsayıyorum), o zaman çocuğunuzun, anaokulunda (ya da hatta birinci sınıfın başlarında) okumaması konusunda endişe etmediğinizi bilmesini sağlayın. Okumayı geç öğrenen ama gayet iyi durumda olan (Sam gibi!) insanlardan bahsedin. Daha sonra onunla, zevk aldığı kitapları okumak, oyunlar oynamak, faydalı beceriler öğretmek ve eğlenmek, aktif olmak ve birlikte öğrenmek için mümkün olduğu kadar sık dışarı çıkmak gibi gerçek öğrenmeyi teşvik eden şeyler yapın.

 

Kaynak: http://www.huffingtonpost.com/gaye-groover-christmus/4-things-worse-than-not-l_b_9985028.html

– DİĞER YAZILARIMIZ –