Üç yaşındaki oğlum Lennon piyanoda rastgele sesler çıkarıyordu. Piyanist olduğumu bilen misafirim, “Neden ona piyano çalmayı öğretmiyorsun?” diye sordu. “Zaten öğreniyor” dedim. “Bir şey öğrenmenin en doğal yolu bu, ben daha iyisini yapamam.” Arkadaşım şüpheyle bana baktı. “Seneye tekrar ziyarete geldiğinde görürsün” dedim. Lennon’ın piyanoda ne derece ilerleyeceği hakkında bir fikrim yok ama serbest oyun oynamaya devam ettiği sürece arkadaşımın ondaki gelişmeyi göreceğini düşünüyorum.

Çocuklar bütün gün oyun oynayınca, kim bilir kaç anne baba ve öğretmen, “Böyle bütün gün oynarsa ne zaman bir şeyler öğrenecek?” diye düşünüp kaygılanıyor acaba?

Bu gerçekten bir zaman kaybı mı? Doğa, insan yavrusu da dahil olmak üzere bütün yavrulara oyun oynama güdüsü ve becerisi vermekle yanlış mı yapmış?

Bana göre, çocuk büyütmek benim güvenebilme becerimin sürekli sınanması anlamına geliyor. Çocuğumun emeklemeyi öğrenebilmesini sağlamalı mıyım? Yürümesini? Konuşmasını? “Küçük Çocuklar İçin Konuşma ve Yürümeye Giriş Dersleri” mi olsa yoksa? İşin ilginci, en zor öğrenilen şey dil olmasına rağmen çocuklar bunu kendi başlarına öğreniyorlar. Aslında insanlarda en hızlı öğrenme en küçük yaşlarda, yani çocukların bütün gün oynadıkları dönemde oluyor. Belki de doğa hata yapmamıştır, belki de benim güvenmem gerekiyordur.

Bu yüzden daha ilk günden doğaya güvendim ve bunun sonucunda ilginç bir şey fark ettim: Çocuklar oyun oynuyorlar ve en çok da oyun oynadıkları zaman öğreniyorlar. Çocuklar yapıları gereği meraklılar. Doğdukları andan itibaren her şeyi bilmek ve anlamak istiyorlar. Başarmak için uğraşıyorlar. Sürekli olarak kendilerini zorluyorlar ve bizim oyun dediğimiz ve onlarda biyolojik olarak bulunan süreç yoluyla da başarıya ulaşıyorlar.

Çocuklar bütün çocuklukları boyunca oyun oynarlarsa hayata hazır olurlar. Duygusal açıdan güçlü oldukları gibi, yaşamda ihtiyaç duyabilecekleri temel becerilere de sahip olurlar. Çocukların belli yaşlarda belli şeyler bilmeleri gerektiğini düşünmemiz, onların doğal gelişimi önünde önemli bir engel oluşturuyor. Çocuklar oyun oynarlarken bu sihirli sürecin aslında tek yöneticisi durumundadırlar. Bilgi genellikle her zaman edinilebilir ama genellikle bu durum çok erken yaşlarda ve çocuğun içsel yolculuğunun uyumuna ters olarak yaşanır.

Çocukların kendi oyunlarını idare edebileceğine güvenmenin sağladığı avantajlar vardır:

1) Çocuk kendisi için duygusal, zihinsel ve sosyal açıdan tam olarak en iyi olan şeyi yapar.

2) Yaşına uygun bir şekilde oyun oynayacağına ya da öğreneceğine dair endişelenmeye ya da tahminde bulunmaya gerek kalmaz çünkü çocuk kendi zamanlamasını çok iyi bilir.

3) Bazen fazla bilgiye maruz kalsalar bile çocuklar kendi kişisel ihtiyaçlarına uygun olanı seçip alırlar. Onlarla hayatı, ilgi alanlarımızı, arkadaşlarımızı, sevdiklerimizi, hayal kırıklıklarımızı ve yılgınlıklarımızı paylaşabiliriz. Onlar gözlemler, öğrenir ve ihtiyaç duydukları şeyin ne olduğunu kendi yöntemleriyle bize gösterirler. Oyun oynamalarına ve kendi bildikleri gibi oynamalarına izin verilen çocuklar, yapmak istedikleri şeye ulaşmalarını sağlayan her şeyle uğraşırlar.

kids-playing-cover-usa1

Peki, büyüme ve öğrenme üzerinde en etkili olan oyun oynama türü hangisi? Cevap çok basit: Çocuğun içinden geldiği gibi oynadığı ve kendisinin yönlendirdiği oyunlar. Böyle oyunları desteklemek için hem onların yolundan çekilmemiz ve hem de yönlendirici oyuncakları onlardan uzak tutmamız gerekiyor. Bizim müdahalemiz ve katkımız aslında onlara ket vuruyor. Olumsuz katkıların zarar vereceği bilinen bir şey ama olumlu katkıların da zararlı olabileceği o kadar bilinmiyor: Kızım Nina iki yaşındayken bloklardan bir kule yapmıştı. Babası kuleyi tezahüratla karşılayınca Nina’nın ilgisi kule yapmaktan babasını sevindirmeye kaydı. Bu tavır yıllar içinde, yetişkinlerin onayını almaya bağlı olmaya varabilir ve kendine güvensizlik ya da kendisi için bir şey yapmaya ilgi duymamakla sonuçlanabilir. Ebeveynlerini memnun etmeye çalışan çocuk ebeveynlerinin beklentilerini karşıladığı sürece başarılı olduğunu düşünür ve kendi benliğiyle ya da gerçekten ilgi duyabileceği şeylerle bağını yitirebilir.

Bilim Oyunu

Bir gün oğlum Yonatan ile diğer oğlum Lennon mutfaktan tencere kapaklarını alıp yerde çevirmeye başladılar. Daha sonra kapaklara renkli nesneler koydular ve kapakları çevirdikçe renklerin ve şekillerin değiştiğini fark ettiler. Bu çevirme oyununda renkleri ve şekilleri değiştirerek farklı kombinasyonlar elde ettiler, sonuçları gözlemlediler ve farklı sonuçlara ulaşmak için kapakları değiştirdiler. Aslında o anda iki genç “bilim insanı” olarak evrenin kanunlarını anlıyor, keşfediyor ve harekete geçiriyorlardı.

Bu tür etkinliklere bilimsel oyunlar ya da doğa kanunlarının öğrenilmesi diyorum. Bir bahçe, ağaçlar, kum, taşlar ya da basit sopalar yoluyla doğayla bir bağı olan ya da mutfakta ve evin içinde kullanabilecekleri güvenli nesnelerle oynayabilen çocuklar her alanı bir laboratuvara dönüştürürler. Eve misafirlerim geldiğinde etraf dağınıksa, “Dağınıklığın kusuruna bakmayın, gerçeklik üzerine çalışan üç genç bilim insanı var evde” derim. Çocukların yöntemleri bilim insanlarının yöntemleriyle aynıdır. Yönlendir ve gözlemle, sonuçları dinle ya da hisset ve böylece devam et…

Çocuklar için hayat oyun oynamak ve oyun oynamak öğrenmek demektir. Tofu bize göre bir yiyecektir ama geçen akşam oğlumuz için adamızın üç boyutlu bir haritasıydı. Saç bantları ustalıkla hedefi vurabildikleri oklara dönüşebilir. Bir salıncak kıvrılırsa bir yöne, daha sonra diğer yöne dönebilir. Öğrendikleri şeyleri terimlere ya da formüllere dökmüyor olabilirler ama yine de öğrenirler. Zaten keşfetmek bir şeylere isim vermek değildir, o olgunun kendisini kavramaktır. Bilim oyununda çocuklar kendi yaratma güçlerini ve doğa kanununun etkisiyle birlikte gerçekliği tecrübe ederler.

Sosyal ve Duygusal Oyun

Birden fazla kişinin yer aldığı her oyun sosyaldir. Bir çocuk, yetişkinler de dahil olmak üzere bir başkasıyla oynadığında, oyun arkadaşının duygularının ve ihtiyaçlarının da dikkate alınması gerektiğini anlamak gibi çeşitli sosyal beceriler edinmeye başlar.

Çocuklar hayatı “prova ettiğinde” amaca yönelik sosyal eğitim başlar. Çocukların anne baba, hayvan, bitki vs… yerine geçtiği rol yapma oyunları, deneyim kazanma yoluyla gerçekliğe yabancılaşarak korkuların bastırılmasını sağlar.

Rol yapma oyunları aslında harika bir terapidir. Küçük terapistler duygularını oyun yoluyla aktarmış olurlar. Bir ebeveyn bana çocuklarının evde yangın çıkmış gibi davranarak oyun oynadıklarından yakınmıştı. Çocuklar kendilerini alev yerine koyarak evin içinde koşuyor, herkesi uyarıyor, bu sırada müthiş gürültü yapıyorlarmış. Bu aile kırsal alanda yaşıyordu ve evi ısıtmak için odun yakıyorlardı. Elbette çocuklarına ateşten uzak durmayı öğretmişlerdi. Çocuklar aslında kendilerini en kötü durum senaryosuna hazırlayarak prova ve alıştırma yapıyor, tecrübe kazanarak korkularını bastırıyorlardı.

Sınırlar ve Disiplin

Çocukların oyunlarındaki en çarpıcı özelliklerden birisi, çok fazla kural koymaları ve bu kurallara uymalarıdır.

Büyük bir trambolinde zıplayan, 4-10 yaşlarında bir grup çocuğu hatırlıyorum. Hepsinin birden trambolinde zıplayamayacağını fark edince hemen bir kural koydular: “Bir seferde üç kişi.” Aralarından ikisi, “Bir seferde üç kişi!” diye tezahürat yapmaya başlayınca diğerleri de onlara katıldı ve sonra hepsi trambolinden inip yere oturdu, üçer üçer zıplamaya başladılar. Kurallar kuşaktan kuşağa aktarılır ya da gerektiğinde konur. Çocuklar kurallara uyarak sosyal nezaketi, disiplini ve sınırları öğrenirler.

Ebeveynlerin Rolü

Biz de aslında çocuğuz. İnsanların büyülü gelişiminde önemli bir rolümüzün olması hoşumuza gidiyor. Ancak yetişkinler olarak önemli rollerimiz yok; gerçek yaratıcı oyunlarda yüreklendirmeye ya da desteğe gerek olmaz. Ayrıca eğlencenin merkezinde olmamız ya da eğlendirmemiz de gerekmiyor.

Bizler görünmez destek ve güvenlik ağlarıyız. Çocukların oyunlarını gerektiğinde teşvik etmeliyiz, araya girerek ya da müdahale ederek değil ya da sınıftaki etkinlik tercihlerini belirterek değil. Bunun yerine çocuklara onların seçimlerini ve eylemlerini tam olarak onayladığımız hissini verebiliriz. Bilim insanlarının “işine” (oyununa) saygı duymalıyız, onlara ortamı sunmakla sorumluyuz, dayatmakla değil.

Çocuklar bizim katılmamızı isterlerse özgün bir şekilde oynamamız gerekiyor. İlginç olmamalıyız, ilgilenmeliyiz; bırakın oyunu çocuk idare etsin, biz de gerçek bir oyun arkadaşı gibi katılalım ona. Herhangi bir değerlendirme, övgü ya da liderlik olmadan, ayrıca abartılı sevinç ve heves gösterilerinde bulunmadan; sadece özgün ve eşit bir oyun arkadaşı olun, yeter.

Çocukların en iyi oyun arkadaşları çocuklardır çünkü özgündürler. Çocukların birlikte oynayabilmesi için birbirlerine benzemeleri hatta aynı yaşta olmaları bile gerekmez. Oyun arkadaşlarını seçtiklerinde ellerinden gelenin en iyisini yapar onlar.

Yaşam bir oyundur. Belki de yetişkinler olgunlaşınca hayatın önemli bir unsurunun oyun olduğunu unutuyorlar. Ciddi insanlar olduk ve oyunla iş; oyunla öğrenme arasına yapay ayrımlar koyduk. Çocuklarımızsa bize, harekete geçmeyi, gözlerimizdeki pırıltıyı canlandırmayı ve “Yaşam Oyununu” öğretmek için varlar.

– DİĞER YAZILARIMIZ –