Çocuğum televizyon izlemeli mi?Bilgisayar oyunları oynamalı mı?Öğretici programları izlemeli mi? iPad ya da iPhone kullanmalı mı?Ne kadar süre bunlara maruz kalması zararlı olur? Ne kadarı gereklidir? Eğer çocuğumun bu teknolojik imkanlara erişimine izin vermezsem onu çok önemli öğrenme deneyimlerinden mahrum mu bırakmış olurum?

Bunlar medya ve teknolojinin yaşamlarımızı fazlaca istila ettiği bu çağda karşılaştığımız sorulardır.

1980’lerin başından beri yazılan birçok kitap ve makale ekran kullanımının zararları ve tehlikelerinden bahsetmektedir. Günümüzde medya ve bilgisayar yoluyla öğrenme imkanlarının fazlaca mevcut olması sebebiyle bunların zararları hakkındaki bilgilerin bilime aykırı olduğu düşünülerek inkar edilmesi çok kolaydır. Ancak özellikle 2000 yılından beri, başta sağlık ve gelişimsel kaygılar sebebiyle medya ve ekranın zararlarını ortaya koyan çalışmalar yapılmaya devam ediliyor. Dr. Aric Sigman’ın 2010 yılında Avrupa Parlementosu için hazırladığı makalede de benzer bir önermeden bahsedilmiştir:

“ İzlenen şeyin kalitesine ve içeriğine bakılmaksızın, çocuğun kaç yaşında ekrana maruz kalmaya başladığı, günde kaç saat maruz kaldığı ve bunların fiziksel sağlık ile olan ilişkisi arasında bir ‘doz-reaksiyon’ ilişkisi vardır. Ekrana maruz kalma süresi çok önemli, kamusal bir sağlık sorunudur. Azaltılmış ekran süreleri çocuk sağlığı açısından öncelikli olmalıdır.”

Ayrıca aynı makalede:

“Televizyon izlemek 3 yaş altındaki çocukların gelişimine zarar vermekte ve bir çok riskli alan doğurmaktadır; hareketsizlik, dil gelişiminde yavaşlık, aşırı uyarılmışlık, uyku ve konsantrasyon problemleri, ekran bağımlılığı…”

İlk 3 sene ekrana maruz kalmak neden bu kadar zarar vericidir?

 Çocuklar dünyaya, bakım verenlerine  tamamen bağlı olarak gelirler. İlk 3 sene boyunca üç önemli gelişimsel alanda uzmanlaşmak gerekir; yürümek, konuşmak ve düşünmek.Düşünmek ve bilmek kendilik duyusunu, dünyadan ve diğer insanlardan ayrı bir varlık olma bilincini beraberinde getirir.

Çocuklar duyusal dünyaya tamamen açık ve kabul edicidirler. İstenmeyen herhangi bir uyaranı kendi kendilerine engelleyemezler. Ebeveynlerinin ve çevrelerindeki diğer bakım veren kişilerin sevgisi, çocukları gelişim ve büyüme için korur ve destekler.

Duyusal dünyanın çocuk gelişimi üzerindeki etkilerini anlatırken Rudolf Steiner’ın 1923 yılından önce ortaya koyduğu 12 duyu modelinden yararlanmak faydalı olacaktır. Steiner, yaşamın ilk 7 yılında çok önemli olan dört alt duyudan bahseder. Bunlar; dokunma duyusu, yaşam duyusu, hareket ve denge duyusudur. Bu duyular bizleri kendi bedenimiz hakkında bilgilendiren duyulardır. Ardından, bize etrafımızdaki dünyayı algılamamızı sağlayan, yaşadığımız deneyimlerin sempatik ve antipatik taraflarını hissettiren duyular gelir. Bunlar; koklama, tat alma, görme ve sıcaklık duyularıdır. Son olarak, bizim diğer kişilerle ilişkilerimizi kolaylaştıran dört duyu vardır. Bunlar da; duyma duyusu, konuşma ya da dil duyusu, düşünce ya da anlayış duyusu ve  ben duyularıdır. Yaşamın ilk 7yılı boyunca, öncelikle kendilik duyumuzun gelişimine olanak veren 4 alt duyumuz gelişmektedir.

DOKUNMA gelişim için bakım verici, sakinleştirici, tanımlayıcı ve hayatidir. Sevgiyle dokunulmayan ve ilgilenilmeyen bebekler büyüyemez ve gelişemezler. Ekrana bakmak pasif bir eylemdir ve dokunma duyusuyla algılanabilen bir unsuru yoktur. Çocuklar ekrana baktıktan sonra her zaman hırçın ve hassas olurlar. Bedensel kendiliklerini yeniden bulabilmek için hayatın içinde savaşmak ve çarpışmak zorunda kalırlar.

YAŞAM duyusu kendi bedeninin içinde iyi hissedebilme duyusudur. Vücudumuzun ve aktivitelerimizin tüm ritmik alanlarını çevrelemiştir. Bebeklerin kalp atışları ve nefes alışları çocukluk boyunca olgunlaşır. Sindirim sistemi olgunlaşmalıdır ki anne sütünden katı gıdaya geçilebilsin, uyku ve uyanıklık ritmi kurulabilsin. Çalışmalar gösteriyor ki, bebeklikten itibaren ekrana maruz kalan çocukların gelişim alanlarında gecikme, uyku problemleri, aşırı uyarılmışlık ya da pasiflik görülebilmekte, sosyalleşme ve problem çözme becerileri yeterince gelişememektedir. Yemek ve günlük rutinlere bağlı ritimler ekran izleme saatlerine göre ayarlanmaktadır. Ayrıca, yapılan çalışmaların sonuçları arka planda çalışan bir televizyona maruz kalmanın da direkt izleme kadar zararlı olduğunu göstermektedir.

HAREKET duyusu kaslar ve eklemlerden gelen sinirlerden meydana gelmektedir. Küçük çocukların uzuvları “yukarıdan aşağı” doğru, ayak parmaklarına ve parmak uçlarına doğru büyür ve yürümelerini sağlar. Bakım veren kişilerle olan ilişki bu süreçte çok önemlidir. Çocuk ve bakım veren arasındaki sevgi dolu ilişki çocuğu aktif olmaya teşvik eder. Siz hareket ettikçe çocuğunuz da hareket eder, sizin yaptığınız her hareketi taklit ederler. Ekran karşısındaki bir kişi bunları yapamaz. Hareketlerimiz duygularla birlikte canlanır ve şekillenir. Sevgiyle, kızgınlıkla ya da özenle hareket edebiliriz. Yetişkinlerin yaptığı her hareket çocuklar tarafından kayıt altına alınır. Çocuklar, rahat hareket ettikçe ve kendi beden hareketlerinde ustalaştıkça yetişkinlerden gördükleri her vücut hareketini kendileri de sergilerler. Araştırmalar, kişiler arası iletişimin git gide azaldığını, hareket gelişimini olumsuz etkileyen ekrana maruz kalma sürelerinin ise git gide arttığını ortaya koymaktadır.

Doğumdan itibaren bebekler başlarını dik tutamazlarken bir sene içerisinde dik durabilme kabiliyeti gelişir. Bu dengede durabilme sürecinin gözlenemeyen fakat çok önemli olan bir parçası bedenin her iki yanının birlikte hareket edebilmesidir. Bu çift taraflı hareket, tek bir tarafın daha baskın olması ve beynin her iki tarafının da çalışmasıyla sonuçlanır. Son yıllarda yapılan araştırmalar, ekrana bakmanın, çocukların hareket etme motivasyonlarını azalttığını ve bu sebeple motor beceri gelişimlerine olumsuz etkilerinin olduğunu göstermektedir.

Rudolf Steiner’ın bahsettiği ikinci grup, hislerimizle alakalı olan duyular da doğumdan itibaren vardır ancak bilinçli bir şekilde hayatın ikinci yedi yıllık döneminde ortaya çıkmaya başlarlar. Bu duyular; koklama, tat alma, görme ve sıcaklıktır.

Koklama ve tat alma duyuları en yakınımızdaki bakım verenlerimizle ilişkimizdeki ilk hatıraları oluşturur. Kendi bedenimizde iyi hissedebilmemiz, aç olup olmadığımızı, yediğimizin iyi ya da kötü olup olmadığını bilmemize bağlıdır. Ekrana bakarken metabolizmamız yavaşlar ve çok az kalori harcarız. Çocuklar fazla kilolu olmaya meyillidirler. İçsel duyularımız bize yeterince besin alıp alamadığımızı söyleyemediğinde gereğinden fazla yemek yiyebiliriz. Ekrana maruz kalmak bu içsel duyularımızı olumsuz yönde etkilemektedir. Yapılan bir çalışma ev içinde televizyon izleme zamanlarının arttığını ve göz göze temasın da azaldığını ortaya koymaktadır. İnsanlar ekranlar karşısında, diğer kişilerle geçirdikleri zamandan daha çok zaman harcamaktadır. Örneğin, 11-15 yaş aralığındaki İngiliz çocuklar  haftada 53 saat ekran karşındadırlar. Bu zaman uyanık oldukları vaktin %53’üne denk gelmektedir.

Steiner’ın bahsettiği son 4 üst duyu ise bize sosyal varlıklar olabilmemiz için yardım ederler. Bunlar; duyma duyusu, konuşma ya da dil duyusu, düşünce ya da anlayış duyusu ve ben duyularıdır.

DUYMAK için içsel olarak sakin ve sessiz olmaya ihtiyacımız vardır. Küçük çocuklar ekranın sesini duyarlar ve tekrar edebilirler. Fakat ekrandan duyulan sesler bilgiyi anlama ve genelleştirmeyi sağlayan içsel resimleri oluşturmak için gerekli olan zamanı ya da alanı oluşturamaz. Hikaye anlatmak ya da okumak çocuklara içsel bir yaratıcılık verir. Anlatılan ya da okunan şeydeki düşünsel ve duygusal içerik bütünleşebilir. Anlatıcı ya da okuyucunun dinleyiciye cevap verebilme olasılığı vardır.

Günümüzde çoğu çocuk dinlemeyi öğrenememektedir. Uygun bir ses tonunu seçmekte ve seslerinin düzeyini ayarlamakta zorlanmaktadırlar. Dil gelişimleri de gecikmektedir. Araştırmalar, küçük çocuklar için yapılan televizyon programlarını izleyen çocukların izlemeyenlere oranla 8-10 kelime daha az kullandığını ortaya koymuştur.

KONUŞMA duyusu ilk yıldan 18 aya kadar bakım verenlerle olan ilişki sayesinde gelişir. Daha önce de bahsedildiği gibi  hem aktif hem de pasif bir şekilde ekrana maruz kalan çocukların dil gelişiminde gecikme olabilmektedir. Televizyon ve diğer ekranlar çocuğun çevresinde oldukça, gerçek insanlarla olan yüz yüze iletişim azalmaktadır. Ekranlar çocuklara doğru konuşur ancak onların yüz mimiklerine ya da söylediklerine anne babalarının yaptığı gibi cevap veremezler.

DÜŞÜNCE duyusu bize diğer kişilerin söylediklerini yorumlayabilme olanağı verir. Konuşulanların ardındaki düşünceyi anlayabilmek, diğer kişilerin düşüncelerini kavrayabilmek için kendi alanımızda, sakin, dengede ve algılarımız açık bir halde olmalıyız. Konuşulan kelimeleri, jest ve mimikleri ve duyguları okuyabilir olmalıyız. Araştırmalar bugünün genç nüfusundaki, özellikle 13-19 yaş aralığındaki gençlerdeki empati yeteneğinin ve sözlü konuşmalardaki nüansları, ayrıntıları anlayabilme oranın azaldığını göstermektedir. Git gide daha çok ben merkezci ve Otizm Spektrum davranışlarına benzer davranışlar göstermeye meyilli oluyoruz.

Görsel medya çocuklarımızın, insanlığın en büyük amaçlarına ulaşmasını zorlaştırmaktadır; bilinçli ve duyarlı kişiler olabilmek. Her türlü ekran, duyusal bir yoksunluk haline sebep olmaktadır ve gelişim üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bilimsel araştırmalar özellikle ilk 3 yılın önemini vurgulamaktadır. Elbette ki duyu gelişimlerinin 3 yaşında durmadığını, gelişimin 21 yıl boyunca sürdüğünü biliyoruz. Bütün bu 12 duyu da bizlerin dünyaya açılan pencereleridir ve dünya ile iletişim kurabilmemizi sağlarlar.

Çocuklara kendileri olmaları, tüm duyularıyla var olabilmelerini sağlama imkanı vermek için nasıl yaşadığımızı değiştirebilme cesaretine sahip olmalıyız. Bu sayede onları korur ve gelişimlerini destekleriz.

Ekranlar hayatımızı istila etmiş durumdalar. Ekranın olumsuz etkileri hakkında bir bilinç oluşturmak ve farkındalık yaratmak bizlere hem çocuklarımız hem de kendimiz için daha sağlıklı kararlar alma gücü verecektir.

Robyn Ritchie, 35 yıldan fazladır Uğraşı Terapisti ve Ekstra Ders Terapisti olarak çalışmaktadır. Rudolf Steiner’ın 12 duyu hakkındaki çalışmaları Ritchie’nin çocuklarla olan çalışmalarına çok önemli katkılar sağlamıştır. Ritchie şu anda Otizmli çocuklar için erken müdehale programları üzerine ve Helios Integrative Medical Centre’daki okul çağı çocukları ile çalışmaktadır.

*Metnin orjinali Robyn Ritchie tarafından kaleme alınmıştır ve bu metin MOMO Anaokulu Psikoloğu Püren Kurtşan tarafından çevrilmiştir.

– DİĞER YAZILARIMIZ –